15 Kasım 2011 Salı

NİHAİ HEDEF:ÖLÜM/tehlikeli melancholia

            Eleştiriden önce ölüm takıntısı hakkında bişeyler yazmalıyım diye geçiriyorum içimden ve başlıyorum; şimdi ölüm, kaçınılmaz son'dur ve 'son' başlıbaşına depresif bir sözcük olup, ardından yeni başlangıçlar getirmez.Yeni 'son'lar beklemediğimiz gibi.
              Bu durumda ölümden korkulamaz,melankolik tavır takınılamaz,takınılmamalı.Schopenhauer 19.y.y bir alman filozof. Ölümden korkmak için hiçbir neden olmadığını çünkü ölümün yaşamın tamamlayıcısı olduğunu hatta ölümün bi kurtuluş olduğunu daha da beteri içimizdeki yaşam istencine 'sapkın' sıfatı ekleyerek, ölümsüz olabilecek tek şeyin istenç olduğunu söyler.Bu durumda pek bişey söylenemez kanımca, çünkü melankolik görünen birinin aslında ne kadar yaşam sevinciyle dolu olduğu anlaşılır.Öyle değil mi? Yoksa bu benim kuruntum mu?
               Eğer bu amca hala yaşıyor olsa ve bu filmde bi rol kapmış olsa,  melancholia gezegeninin dünyaya çarpmasını şaraplarla,biralarla taçlandırırdı.(aman ne ironi).Gelelim Justine'e, Justine de bu durumda Arthurlaşmış olmuyor mu?İlk kısımda sürekli gelecek kaygısı taşıyan ve depresif takılan,bi  türlü anlam veremediğimiz sevgili Kirsten Dunst(Justine)İkinci kısımda ise teslim olur ve boyun eğer.Yani gerçek olan 'an', yani mavi ışıklar altında  uzanmak ve sonu düşünmemek.
               Film, kızkardeşleri alaşağı  ediyor, ilk kısımda Justine'in tavırlarına neden-sebep bulamayız, Claire'i ise olağan kabul ederiz.Ancak ikinci kısımdan itibaren karakterler  yer değiştirince, bu karakterlerin talking cure'a ihtiyaç duyduklarını hissederiz.Bu açıdan bakıldığında iki kızkardeşinde Jung abiden terapi alması gerektiğini düşünürüz.Bence filmlerde oyuncular karışmış, asıl melankoli,Jung beyefendinin karısıdır, erkek çocuk doğuramadıkça melankolinin dibine vurur.Ben burada yatay yada dikey farketmez bi geçiş istiyorum.Film böyle bi alt-geyik üzerinden  izlense bile gayet eğlenceli hatta didaktik:P

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder